YAZARKEN FAZLALIKLARDAN ARINMAK
Sevgili genç yazar arkadaşım, 28.11.2008
Biliyorum, yazmaya yeni başlanılan dönemde insanın kafası karışık oluyor.Neyi nerede kullanacağını, ne zaman duracağını bilemiyor.Kimi zaman bir boş kağıdın ya da ekranın önünde kara kara düşüncelere dalıp gidiyor, kimi zaman sözcük seline kapılıp sayfalar dolduruyor.Özellikle yeni yazarlarda görülen bir hastalığa senin de yakalanmanı istemem. Bu, “Yazdığı her sözcüğün inci tanesi gibi değerli olduğunu sanmak” hastalığıdır. Yazdıklarının hepsinin metin için mutlaka gerekli olduğunu sanmak, tek sözcük bile atamamak hastalığı hepimizin bir dönem başımıza geldi. Ustalık, fazlalıkları atmayı bilmekle başlar bence.
Yazılan bir bilimsel yazı olabileceği gibi öykü, roman, deneme ya da şiir gibi bir yazın türü de olabilir. Hiç fark etmez; fazlalıklar atılmalıdır. Onlar yazıyı boşu boşuna şişirir, ağırlaştırır ve bizim asıl anlatmak istediğimiz şeyi perdeler hatta belki de yok ederler.
Yazın ürünlerinde fazlalıklar ve onlardan kurtulma başlı başına bir sorundur. Bazı kitaplarda yazarın uzun anlatımını okurken laf kalabalığından sıkılıp bıraktığımız olmuştur. Ya da bazı uzun anlatımlarda konu oradan oraya atladığından başta ne anlatıldığını anımsamak için önceki sayfaları karıştırırız. Bir yazar olarak da bazen yazdığımız metinde dağıldığımızı, bir türlü toparlanamadığımız fark eder, ne yapacağımızı kara kara düşünürüz.
Şiir, yazınımızda kendine has yeri olan bir türdür. Kısa, öz, yoğun, çarpıcı, ritmik ve müzikal olmalıdır.Söylemin kristal hali de denebilir.Bu yüzden şiirde gereksiz söze hiç yer yoktur.Şiirdeki fazlalıkları ayıklama sorununu şairlere bırakıp burada düz yazıdan söz edeceğim.
Öykü de şiir gibidir. Hatta şiirin düz yazıdaki hali diyebiliriz.O da kısa, öz, yoğun ve çarpıcı olmalıdır.Bir ressamın birkaç fırça darbesiyle oluşturduğu bir tablo gibidir. Bu yüzden öyküde uzun betimlemeler yapmak, öykü kahramanının yaşam öyküsünü ayrıntılarıyla yazmak, asıl anlatılmak istenen hikayenin dışında kalan olay ya da kişilere dalıp gitmek olmaz.Öykü, bir ya da birkaç kişinin tüm yaşam öyküsü değildir.Bir olay anlatılıyorsa, o olayla bağlantısı olabilecek diğer olaylar zincirinin ayrıntılarıyla anlatılması da değildir.Öykü neyi anlatmak istiyorsa sadece ona yönelmek gerekir.Bir tiyatro sahnesinde konuşan aktöre benzer bu.Sahnenin diğer tarafları karanlıkta kalırken tüm ışıklar aktöre yönelmişlerdir.Sadece onu ve onun yanında görülmesini istedikleri dekoru aydınlatırlar. Öyküde de bu çok önemlidir. Asıl anlatılmak istenenin dışında kalan her şey fazlalıktır.
Yazarken sözcüklerin büyüsüne kapılıp oradan oraya savrulabilirsin. Üstelik yazdıkların yazınsal olarak estetik de olabilir;ama eğer bu yazılanlar öyküne bir şey katmıyorsa, ya da o bölüm çıkartıldığında öykün hiçbir şey kaybetmiyorsa fazlalıktır;atılmalıdır. Ölçütün bu olmalıdır. Fazlalık olarak bulduğun bir mekan betimlemesi olabileceği gibi öykünün yan kahramanları da olabilir. Burada da yine aynı ölçüt kullanılabilir. Kendi kendine sor. “Bu kahraman (ya da betimleme) olmasa öyküm ne kaybeder?” Eğer öykünün kurgusu için mutlaka gerekiyorsa, “onsuz olmuyorsa” elbette kullanacaksın. Aksi halde o kahraman ya da bölüm atılmalıdır. Fazlalıklardan arınan öykü hafifleyecek, duru ve yoğun bir hal alacaktır.
Romanda durum biraz farklı... Öykünün tersine romanda önemli olan ayrıntıdır. Bir mekan anlatıyorsan atmosferi yaratmak için betimlemelerde ayrıntıları öne çıkarman gerekir. Roman kahramanlarını okura tanıtmak, onları canlandırıp ete kemiğe bürünmesini sağlamak için ayrıntılı olarak anlatmalısın.Bu sadece fiziksel olarak betimlemek değildir.Aslında fiziksel betimleme en önemsiz olanıdır.Eğer okurun, kendi kahramanını kendisinin yaratmasını istiyorsak hiç betimlemeyebiliriz. Bırakırız onu okur yaratsın. İster sarışın yapsın, ister esmer… Öte yandan roman için kahramanın esmer ya da sarışın olması ve bazı fiziksel özellikleri mutlaka gerekliyse elbette yazar tarafından belirtilmelidir. Örneğin yüzdeki yara izi ya da bir bacağının aksaması gibi…
Asıl önemli olan kahramanının kişiliğini anlatacak ayrıntılara girmek, onun ruh halini, çatışmalarını, bunalımlarını ya da sevinçlerini anlatmaktır.Bunun için de çok uzun betimlemelere gerek yok. Bir kaç ayrıntı ile bu özellikler okura aktarılabilir.
Burada doğrudan anlatım kullanılabileceği gibi (daha doğru ve güzel olanı) dolaylı anlatım da yapılabilir..Örneğin roman kişisinin “öfkeli olduğunu” söylemektense yüzünün kızarmasını, yumruklarının sıkılmasını, ses tonunun giderek yükselmesini, duvar ya da masayı yumruklamasını anlatarak da öfkeli oluşunu okura aktarabilirsin. Böylesi daha etkileyicidir.Okurun kafasında roman kişisi canlanır, ete kemiğe bürünür.Bir kez bu canlanma gerçekleşti mi okur, romana katılmış olur. Artık yazılanları okumamakta, roman kahramanlarıyla birlikte yaşamaktadır.
Romanda ayrıntı bu kadar önemliyken bile fazlalıklardan kurtulmak gerekir. Bazen yazarken asıl kurgudan uzaklaşır, yan kahramanlarla yan hikayelere dalabilirsin.Üstelik bu yazdığın hikayeleri sevebilir, onları anlatmayı sürdürmek isteyebilirsin. Bu, orman yolunda yürürken bazı çiçeklerin büyüsüne kapılıp ağaçların arasına dalmak, çiçek toplayayım derken yolunu kaybetmek gibidir. Romanda bir izlek vardır.Kurguyu ona göre çatarsın.İşte bu izleği kaybettirecek her ayrıntı, yan kahraman ve yan hikayeler fazlalıktır.Öte yandan asıl izleği besleyecek kişi ve olaylar ise mutlaka korunmalıdır. “Bin Bir Gece Masalları” buna iyi bir örnektir. Orada Şehrazat, Sultan’a masalları anlatırken bir masal bitmeden diğerine, oradan da diğerine geçer.Kuşkusuz bunu bilinçli olarak yapmaktadır.Sultan’ı masallarla oyalayarak, onun merak duygusunu sürekli diri tutarak kendini korumaya çalışmaktadır.Bu masallarda birkaç bölüm sonra ilk masal unutulur gider.Bir masaldan diğerine atlayarak sonsuz bir yolculuğa çıkmış gibi oluruz. Romanda ise bunu asla yapmamalı, asıl izleği yitirmemeliyiz.
Bazı romanlar çok katmanlı olur. Tek bir kahramanın hikayesini anlatmaz. Birkaç kahramanı ve birbirine paralel seyreden birkaç hikayesi vardır.Bir yerde bu kahramanların yolu birbiri ile çakışır ve hikayeler birleşip tek kanaldan akabilir.Bu birleşme romanın ortasında ya da sonunda olabilir.Yazarına kalmıştır. Böyle romanlarda bile fazlalıklardan kaçınmak, onları ayıklamak gerekir. Ölçütün her zaman aynıdır.Kendine sor. “Bu yazdıklarımın romanıma katkısı ne?” Eğer bir katkı sağlamıyorsa fazlalıktır;at gitsin.
Selam ve sevgiler…
9 Şubat 2010 Salı
Kaydol:
Yorumlar (Atom)